Geçmişten bugüne turistik yapıların zirvesinde yer alan Ayasofya’yı, İstanbul’u ziyaret eden turistler açısından da bir hayli önemli. Ayasofya’nın içerisinden en ücra köşelere kadar her yeri dolaşan turistler, Ayasofya‘nın havasını daha fazla soluyabilmek için dışarıda oturup bu tarihi atmosferi uzaktan izliyorlar. İşte geçmişten bugüne Ayasofya…
Ayasofya Tarihçesi
İstanbul’daki en görkemli, en ünlü Bizans eseri Ayasofya’dır. Sultanahmet Meydanı’nda bulunan Ayasofya’nın görünümü, insanda olağanüstü güzel duygular uyandırır.
“Kutsal bilgelik” anlamına gelen Ayasofya’ya adını, 27 Ocak 537 tarihinde açılışı yapan I. Justinianos vermiştir.
Piskoposluğun merkezi olan ve Bizans İmparatorluğu’nun büyük önem verdiği kilisenin inşaatından, Bizanslı mühendis Miletus İsidor ve matematikçi Tralles anthemius sorumluydu. İnşaatta 10 binden fazla işçi çalıştı.
Kilisenin inşaatı 5 yıl 10 ayda bitti ve Bizanslı tarihçiler tarafından o dönem dünyanın en büyük yapısı olduğu yazıldı. Kilisenin içindeki mozaiklerin tamamlanması ise 565-578 yılları arasında oldu.
Ayasofya Gezi Rehberi
Ayasofya’nın dış görünüşü kadar, iç süslemenin ihtişamı da hayranlık uyandırır.
Ayasofya’nın kubbesi dört köşe bir bazilika binanın üzerine oturtulmuş; ana mekânı, yeşil mermer sütunlarla bir orta ve iki yan alana ayrılmıştır.
Yangına karşı tehlikeyi azaltmak için, olabildiğince az ahşap kullanılmıştır. Kilise, birkaç kez depremden zarar gördüğü için pek çok onarım geçirmiş ve eklemeler yapılmıştır.
Kilise, Bizans mimarisinden çok Osmanlı mimarisini etkilemiş ve Osmanlı mimarlarına esin kaynağı olmuştur. Fakat Osmanlılar, Bizanslıların aksine iç mekânda genişliğe önem vermişlerdir.
1935’te de müze olarak ziyarete açılmış ve avlusu da açıkhava müzesi olarak düzenlenmiştir. Ayasofya’nın eski girişi batı yönünden, şimdi izi kalmayan bir avludandır.
Dış nartekse giriş için en büyük ve güzeli imparator ve ailesi için kullanılan beş kapı vardır. Bu girişte, iki imparator, Konstantinos ve Justinianos, kucağında İsa’yı tutan Meryem’e Bizans’ı ve Ayasofya’yı armağan ederken resmedilmiştir.
Bu mozaik yapı, cami olarak kullanılırken badanalanmışsa da sonradan ortaya çıkmıştır. Bu mozaiği bugün de görebiliyoruz. Buradan dokuz kapılı ve tonozlu iç nartekse geçilir.
Tepeleri pirinç kaplı kapılar, önceleri gümüş kaplıdır. Orta kapının üzerinde, kutsayan İsa mozaiği bulunur.
Ayasofya’nın inşası sırasında, dünyanın her yanından sütunlar getirtilmiştir. Bu sütunların bir kısmı Efes’teki Artemis Tapınağı’ndan, bir kısmı Marmara Adası’ndan, bir kısmı da Kuzey Afrika kıyılarından getirilmiştir.
Sütun başlıkları ve mermerler Bizanslıların göstermiş olduğu büyük bir ustalıkla oyulmuştur. Ayrıca, apsiste yine büyük bir ustalıkla yapılmış, tahtında oturan Meryem ve kucağında çocuk İsa tasvir edilmiş, burada Meryem’in ilahi bir güzellikte olmasına önem verilmiştir.
Apsisin önündeki büyük kemerin alt uçlarında iki melek tasviri bulunmaktadır. Bunlardan birinin sadece ayakları kalmış olmasına rağmen, diğeri bütün haldedir. İşte bu pek bozulmamış tasvirin Cebrail olduğu kabul edilir. Kemerin kuzeyinde ise Mikail’in kanatlarından birkaçı ayrıntı olarak görülebilir.
Kuzey duvardaki neflerin üzerinde, büyük kemerlerin içini dolduran üst duvarlarda, pencerelerin aralarında, aziz olarak kabul edilen din adamlarının tasvirleri bulunur: Üzerinde rahiplere özgü kıyafetler olan aziz, Genç Ignatios, Istanbul patriği Ioannes Hrisostomos ve Antakya piskoposu Ignatios Teoforos işte buralarda resmedilmiştir.
Ayasofya’nın en fazla ilgi çeken bölümlerinden bir diğeri de her zaman açık olmayan üst galeridir. Ortodoks kiliselerinde “gynekaion” denen kadınlar kısmı, yukarıdadır.
Güneydeki galerinin bir duvarında büyük bir mozaik vardır. Bu mozaik, biçem ve teknik bakımından dikkate değer bir eserdir. Bu galerilerde İmparator Aleksandros’un, İmparatoriçe Zoe ile kocası Konstantinos’un, Ioannis Komnenos ile karısı Eirene’nin ve nihayet İsa ile, insanlığı kurtarması için ona yalvardıkları sanılan Meryem ve Vaftizci Yahya’nın resmedildiği Deisis sahnesinin mozaikleri vardır.
Ayasofya’nın Fethi
916 yıl boyunca patrik kilisesi olarak kullanılan Ayasofya, İstanbul’un 1453 yılında fethinden bir süre sonra camiye çevrilmiştir.
Türkler bu büyük ve güzel binayı, en görkemli ibadet yeri olarak benimsemişler; kendi inançlarına göre bazı değişiklikler yapıp resim ve mozaiklerin üstünü boyamışlardır.
Daha sonraları camiye dört minare eklenmiş; içeriye mihrap, minber gibi Müslüman ibadetlerinin unsurları konmuştur.
Osmanlı döneminde birçok güzel cami yapıldığı halde Ayasofya, Müslümanların en görkemli ibadethanesi olarak kullanılmıştır.
Ayasofya’nın bahçesi de içi kadar dikkat çekicidir. Türkler Ayasofya’ya gerçekten çok değer verdikleri için, pek çok padişah şehzade ve hanım sultan türbesi caminin bahçesinde yer alır.
Önce Müze Sonra Tekrar Camii
Atatürk’ün desteğiyle, 1934 yılında alınan Bakanlar Kurulu kararı üzerine Ayasofya, müzeye çevrilmişti. Ayasofya, müzeye dönüştürülmesine yönelik Bakanlar Kurulu kararının Danıştay tarafından iptal edilmesinin ardından 24 Temmuz 2020’de Müslümanlar için tekrar ibadete açıldı.