ZZenginliğini, karanlık dehlizlerden çıkmaz sokaklara, umumhanelerden bankalara, balozlardan meyhanelere taşımış bir tarih, Galata’nın hikayesi…
İçindekiler
Kimi bir İtalyan’ın, kimi Egeli bir mimarin adını taşıyan apartmanlarda, geçmişin tanıkları, son demlerini yaşıyor. Onlar ki, hayalen Pera’dan Tünel’e yürümekte ve yüksek kaldırımları aşarak Karaköy’e inmektedirler.
İlan etmişlerse gençliklerinin cumhuriyetini, en büyük zenginlikleri olan delikanlı bedenlerine, biraz heyecan, biraz merak katarak, Yüksek Kaldırım dilberlerine uğrayacaklardır. 18 numarada Madam Dori’nin muazzam kadınlığını, 8 numarada ise Perizat’ın çıngarını duyup, bir lahza duracaklardır.
Galata: Bir dünya semti
Her ayağa açık ve her tür insanı sinesinde barındıran bir dünya semtidir Galata… Tuhafiyeci Moiz, Kuyumcu Ara, Plakçı Stelyo, Tüccar Terzi Nurettin uzayıp giden Galata yollarında binbir çeşit yaşamın kalakalmış birkaç tabelasıdır.
Heybetli bedenine kartal kanat takmış gibi yürüyen, azametli ve hayli yakışıklı bir adam, biraz mütebessim biraz kendinden emin yürümektedir. Saçları gümüş rengi olup, şüphesiz her telinde bir gençlik kıvılcımı parlamaktadır. Bu adam “Üç İstanbul’u yaşayan ve yazan Mithat Bey olup, edebiyata Cemal Kuntay, sevdalara da “Beyaz Kaplan” olarak geçmiştir.
Son İstanbul beyefendisi Mithat Bey, onu gülerek selâmlayan madamalara mukabelede bulunacak, sonra noter masasına geçerek halis kahvesini içecektir (İstanbul’u Sarsan Çok Özel Aşklar, Altın Kitaplar).
Galata Bonmarşesi’nde ayrı ayrı renklere bürünmüş kadınlar, mankenden çok canlı bir dişi çekiciliğiyle müşterileri içeri çeker. Eskilerin “Tring Galata” olarak bildiği mağaza, halkı taksitle giydirerek, İstanbul’un “iftihar listesi’ne geçmişti. Önce Tring, ardından istimlâk rüzgârlarının estiği yıllarda da Tahta Minareli Cami kaybolacaktı.
Ufak ufak kaybolan İstanbul’da belki de en fazla direnen semtti Galata… “Galata, açılmış bir yelpazeye benzer. Tepenin üstüne yerleşmiş kule, bu yelpazenin sapı gibidir. Kule yusyuvarlak, çok yüksek ve koyu renklidir. Ceneviz Galata’sı, Galata’yı Pera’dan ayıran ve artık hiçbir izi kalmayan sur çizgisinin tam üstünde yükselir.” Avrupalı seyyah Edmondo De Amicis’in izlenimi bu (İstanbul 1874, Edmondo De Amicis, TTK, 1993).
Galata Semti
Galata ile ilgili ilk bilgiler 97 (miladi 715) yılına ait. Arap orduları İstanbul’a gelip şehri kuşattığında, Galata’da bir cami inşa etmişlerdi. Arap Cami olarak bilinen yapı, Hıristiyanların eline geçince kiliseye çevrildi, ama İstanbul’un fethiyle yeniden cami oldu.
Miletos’lu Hesychius’a göre, semtin ilk adı incir bahçelerinden dolayı “Syka”dır. Bizanslı Setphen ise; “İmparator Iustinuane buranın suru ile tiyatrosunu inşa etti ve Iustinuane adını verdi” der (18. Asırda İstanbul, P.G. Inciyan, Baha Matbaası, 1974).
Bir başka görüşe göre, yöre halkının “Galat” diye adlandırdığı Kelt Kavmi buradan geçerken, önderleri Brennos yönetiminde burada kalmışlar ve semte Galata adı bu nedenle verilmiştir.
Galata Kulesi ise 5. yüzyıl sonlarına doğru yapılmıştı. Kanuni Sultan Süleyman tarafından zindan olarak kullanılan kule, III. Murat döneminde rasathaneydi. Hezarfen Ahmet Çelebi’nin kuleden Üsküdar’a uçtuğu rivayet edilir.
İstanbul’un Bizans İmparatorluğu’nun başkenti olduğu dönemlerde, Galata bir Ceneviz kolonisiydi. Venediklilerle savaşan Bizanslılar, Cenevizlilere özerk yönetim kurma hakkı vermişlerdi. Cenevizliler de, Galata’yı surlarla çevirdiler. Mumhanekapısı’nın üzerindeki kitabeye göre sur, Cenevizlilerin kumandanı Marruffus Baldasar tarafından yaptırılmıştır (1446).
İstanbul Kanatlarımın Altında
5. yüzyılın sonlarına doğru yapılan Galata Kulesi, Hezarfen Ahmet Çelebi’nin de kanatlanıp uçtuğu yer…
Uzunluğu 5 mil olan surların bir ucunda Galata’nın “Azap Kapısı” olarak adlandırılan ilk kapısı vardı. İkinci kapısı “Kürkçü Kapısı”, üçüncü kapısı “Eski Yağkapanı Kapısı’ydı.
Surun yanında Galata Zindanı vardı. Mahpusların gelip geçenlerden sadaka istedikleri de söylenir. Galata, surlarla çevrildikten bir süre sonra Bizanslılar durumu değiştirmek istediler ama başaramadılar.
Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u fethederken, Cenevizlilere tanınan haklara dokunulmayacağını ilan etmişti. Ceneviz kolonisi, kentin ticaret merkezi olma özelliğini koruyacaktı. Çünkü Galata bankerleri, ticarete hakimdi.
II. Rudolf’un elçilik kurulunda görevli olan Baron Wenceslaw Wratislaw, gerileme devrinden önce Galata’yı şöyle anlatıyor: “Sandalla ya da yelkenli kayıklarla geçilen Galata’da oturan halkın çoğunu Hıristiyan tacirler, Rumlar, İtalyanlar ve başka uluslar oluşturuyor.
Fransa ve İngiltere krallıklarının elçileri, Venedik ve Ragoza cumhuriyetlerinin balyozları (elçileri) ve başka ulusların temsilcileri de bu kentte konaklar. Ancak İstanbul’da yayılan veba salgını bizi de etkiledi. İçimizden altı kişinin canına kıydı.
Ölenlerin Galata semtinde gömülmelerine izin verilmişti. Cesetler üç dört adam tarafından taşınmıştı. Galata’da altı manastırları olan Fransisken rahipleri gömme törenini yerine getirmişlerdi.”
2 Ağustos 1831’de çıkan büyük yangından sonra, Galata’da yaşayan yabancılar yeni yapılarını Beyoğlu’na kurdular. Böylece Galata ve Beyoğlu yaşamı bir bütün oluşturdu.
Galata ve çevresi; kilise, manastır, sinagog, han, okul gibi dinsel ve ticaret yönünden önemli yapılarla doludur. Büyük ve tarihi Sen Piyer Kilisesi, Yüksek Kaldırım ile Bankalar Caddesi arasında bulunur.
1860 yılında “Cadde-i Kebir’e kaldırım döşenirken, Galata’nın tarihi surlarının yıkımına başlanmıştı. 1863 yılında ise, eskiyen birinci köprünün yerine Galata’yı Eminönü’ne bağlayan ikinci köprü yapıldı. 1864’te Galata surlarının yıkımı tamamen bitmişti.
Galata’nın Hikayesi, Balozları
Galata balozları, her bitirimin bir anısı olduğu yerlerdir. Kantocu Peruz, Galata’nın kabadayılarından Bıçakçı Petri için, Avrupa Tiyatrosu’nda sık sık şu kantoyu söylerdi:
“Galata’da kahve hamam
Meyhane baloz tamam
Haraç verilirse bıçkına
Bıçağını koyarım kınına.”
Ancak bir süre sonra Bıçakçı Petri, Peruz uğruna altmış kişinin içinde bir adamı bıçaklayacak, Ahmet Rasim düştüğü dehşeti şöyle anlatacaktı:
“Bıçakçı Petri’nin vurduğu adamın sağ kalıp kalmadığını bilmiyorum ama, benim bir buçuk ay kadar Galata semtine geçmediğimi pek iyi hatırlıyorum.”
(Çengiler, Köçekler- Ergun Hiçyılmaz, Cep Kitapları)
Balozlardan kavga eksik olmazdı. Arap Yorgi’nin “Şerbethane Balozu” ünlüdür. Arap Yorgi, 18 yaşında can kardeşi ile nam salmış, bir gece nara patlatan Markiköy’lü (Bakırköy) Kör Mıgır ile avanesini dağıtıp, ta Feriköy’e kadar kovalamıştı.
Kör Migir’ı öldüren Arap Yorgi, bir duvar dibinde anlı şanlı ölmektense sessizce yaşamayı yeğlemiş ve Malta’ya sürülmüş, 30 yıl sonra döndüğü Galata’da küçük bir baloza sahip olmuştu. Galata sahipliğinden baloz sahipliğine inen bir hayat işte…
Tramvay Caddesi’nin az ötesindeki Yani’nin balozu, daha önceleri potinbağı fabrikasıydı. Adalı’nın balozu ise alafrangaydı. Aynı sıradaki bir başka baloz da Sakallı Yorgi’ye aitti. Küplü’nün meyhanesi, Fazlı Baba’nın yatak oteli, Papazoğlu’nun mekânı da buradaydı.
Şimdi sormak zamanı: “Peki, ne yoktu Galata’da?”…